16.10.2025

İstanbul’a Yakın UNESCO Mirası Alanlar

  • 15 Ekim 2025
  • 7 dakika
  • Gezilecek Yerler

Tarihi Yarımada’sıyla, Süleymaniye’siyle İstanbul’un kendisi zaten başlı başına bir UNESCO Dünya Mirası şehri. Ancak çevresi de, yalnızca birkaç saatlik yolculukla ulaşabileceğiniz çok sayıda UNESCO hazinesine ev sahipliği yapıyor.

 

İstanbul’a yakın UNESCO Dünya Mirası alanlarını tanıtmaya geçmeden önce, bilmeyenler için UNESCO’nun ne olduğuna ve neden önemli olduğuna dair mini bir bilgilendirme yapalım istiyoruz.

 

UNESCO Nedir?

 

UNESCO, Birleşmiş Milletler’in eğitim, bilim ve kültür alanlarında çalışan bir kurumu. 1945’te kurulan bu kurumun temel amacı ise insanlığın ortak değerlerini korumak ve kültürel çeşitliliği desteklemek. Bu kapsamda kurulduğu günden bu yana, dünya genelindeki kültürel ve doğal miras alanlarını tespit edip koruma altına alıyor.

 

UNESCO’nun çalışmaları yalnızca tarihi alanlarla sınırlı değil. Dillerin yaşatılmasından geleneksel sanatların desteklenmesine, doğal rezervlerin korunmasından eğitim projelerine kadar çok geniş bir alanda faaliyet göstererek, insanlığın ortak mirasını gelecek nesillere aktarmak için çok önemli bir rol üstleniyor.

 

Dünya Mirası Listesinde Olmak Ne Anlama Gelir?

 

Adını sıklıkla duyduğumuz UNESCO Dünya Mirası Listesi, insanlık için evrensel değer taşıyan varlıkların kaydedildiği prestijli bir liste. Bu listeye giren her alan uluslararası düzeyde tanınır ve korunur. Yani UNESCO listelerine dahil olmak bir anlamda o alanın kalıcı olmasını ve sürdürebilirliğini garanti altına alır.

 

Ülkeler değerli gördükleri kültürel ya da doğal alanları Geçici Liste’ye dahil ederler. Bu liste bir tür “aday havuzu”dur. UNESCO tarafından Kalıcı Liste’ye alındıklarında ise artık tüm insanlığın ortak mirası olarak kabul görmeye ve korunması için uluslararası alanda desteklenmeye başlar.

 

İstanbul Çevresindeki UNESCO Alanları

 

Bursa ve Cumalıkızık (Yaklaşık 2 saat)

 

Osmanlı’nın ilk başkenti olarak tarihte çok özel bir yere sahip olan Bursa, Yeşil Türbe’nin zarif çinileri, Koza Han’ın tarihi atmosferi ve Ulucami’nin ihtişamı ile adeta bir açık hava müzesi gibi.

 

Bursa’nın hemen eteklerinde yer alan Cumalıkızık Köyü’nün yeri ise bambaşka. 700 yıllık tarihiyle bugüne dek ulaşmayı başarmış olan bu Osmanlı köyü, taş sokakları, cumbalı evleri ve ahşap yapılarıyla ziyaretçilerini eşsiz bir zaman yolculuğuna çıkarıyor. Fakat köyün UNESCO listesine dahil edilmesi yalnızca mimari yapılarıyla sınırlı değil, korunmuş köy yapısıyla da ilgili.

 

Bursa ve Cumalıkızık’a yapılan günübirlik bir yolculukta Osmanlı’nın erken dönem mirasını görebilir, doğal güzellikler içinde huzurlu bir gün geçirebilir, tarihi evlerin gölgesinde güzel fotoğraflar çekebilir ve yerel lezzetleri tadabilirsiniz.

Edirne Selimiye Camii ve Külliyesi (Yaklaşık 3 saat)

 

Osmanlı mimarisinin en görkemli yapılarından biri olan Selimiye Camii, Mimar Sinan’ın ustalık eseri olarak biliniyor. 31,5 metrelik kubbesi ve zarif minareleriyle teknik açıdan olduğu kadar estetik anlamda da hayranlık uyandırıcı olan bu cami, 2011 yılında UNESC Dünya Mirası listesine girdi.

 

Bugün külliye yalnızca bir ibadet merkezi değil. Medreseleri, avlusu ve çarşısıyla bir kültür merkezi işlevi gören Selimiye Camii’ni ziyaret ettiğinizde, dönemin sosyal yaşamına dair izleri de görebiliyorsunuz. Burası, Edirne’ye gelmek için başlı başına güçlü bir neden olsa da, Edirne’nin tarihi köprüleri, eski çarşıları ve meşhur ciğer tavası da görülmeye değer.

Safranbolu (Yaklaşık 5 saat)

 

1994 senesinde UNESCO Dünya Mirası listesine alınan Safranbolu, Osmanlı şehir dokusunun en iyi korunduğu yerleşim örneklerinden biri. Ahşap cumbalı evleri, taş sokakları ve tarihi çarşısıyla adeta yaşayan bir açık hava müzesi olan Safranbolu, tarih boyunca da kervan yolları üzerinde önemli bir konaklama merkeziydi. Bu özelliği de onu Osmanlı döneminde ticaretin kalbinin attığı yerlerden biri haline getirmişti.

 

Bugün Safranbolu’da ziyaret edebileceğiniz 1200’den fazla geleneksel ev yer alıyor. Cinci Han, Arasta Çarşısı ve tarihi hamamlar gibi yapılar da kentin geçmişine ışık tutan önemli eserler arasında.

 

Belki günübirlik değil ama hafta sonu için ideal bir rota olan Safranbolu’da tarihi konaklarda konaklayabilir, yöresel ürünler satın alabilir ve özellikle safran bitkisinden yapılan tatlıların tadına bakabilirsiniz.

İznik (Yaklaşık 2,5 saat – Geçici Liste)

 

“Medeniyetlerin Başkenti” olarak nam salmış İznik, antik ismiyle Nicaea, Bizans’tan Osmanlı’ya uzanan son derece köklü bir geçmişe sahip. Osmanlı döneminde çini sanatının merkezi haline gelerek dünya çapında üne kavuşan İznik, Antik Roma döneminden kalma surları, Ayasofya Orhan Camii ve tarihi tiyatrosuyla dikkatleri üzerine çekiyor.

 

İznik, bu çok katmanlı tarihi yapısı nedeniyle, şu anda UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’nde yer alıyor.

 

Göl kıyısındaki konumu nedeniyle doğa ve tarihi bir arada sunan şehirde ziyaretçilerin en sevdiği deneyimler ise göl kıyısında yürüyüş yapmak (özellikle gün batımlarında) ve göl manzaralı restoranlarda yemek yemek.

 

Amasra (Bartın – Yaklaşık 5,5 saat – Geçici Liste)

 

Antik çağlarda Sesamos adıyla bilinen Amasra, Türkiye’nin belki de en güzel şehirlerinden biri. Karadeniz’in incisi Amasra, Bizans ve Osmanlı dönemlerinde önemli bir liman kentiydi. Bizans surlarının üzerine inşa edilmiş Amasra Kalesi ise geçmişten günümüze uzanan çok katmanlı mirasın görünen yüzü. Amasra işte bu özellikleriyle UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’nde yer almaya hak kazandı.

 

Amasra’yı bu kadar özel kılan unsurlar ise saymakla bitmez. Küçük balıkçı limanı, Boztepe Adası, tarihi köprüleri, dar sokakları ve ahşap evleriyle hem doğal hem de kültürel bir cazibe merkezi. Müzede sergilenen arkeolojik eserler ise kentin binlerce yıllık geçmişine ışık tutuyor.

 

Tabi Amasra’ya gitmişken Karadeniz mutfağına özgü lezzetleri de tatmadan olmaz. İstanbul’dan 5,5 saatlik bir yolculukla ulaşabileceğiniz Amasra’da bir balık restoranına oturmadan ve meşhur Amasra salatasını denemeden dönmeyin.

Troya Antik Kenti (Çanakkale – Yaklaşık 5 saat)

 

Homeros’un İlyada destanıyla ölümsüzleşen Troya, efsanelerin gerçeğe, gerçeğin efsanelere karıştığı büyüleyici bir antik kent. Binlerce yıllık geçmişiyle arkeoloji dünyasının en önemli alanlarından biri olan Troya’da tam dokuz farklı uygarlığın izleri var.

 

1998 senesinde UNESCO Dünya Mirası listesine dahil edilen Troya’yı ziyaret ettiğinizde, sizi tahta at karşılıyor. Ki bu da, herhalde Troya ile ilgili herkesçe bilinen en önemli sembol. Ancak asıl büyü içeride, antik kentin kalıntıları arasında dolaşırken hissediliyor. Bir zamanlar ünlü Truva Savaşı’nın yaşandığı düşünülen bu topraklarda yürümek gerçekten de bambaşka bir his. Çünkü burası surları, tapınakları ve yerleşim izleriyle yalnızca bir arkeolojik alan değil, aynı zamanda insanlığın kolektif bir hafızası.

 

Bir hafta sonunuzu ayırıp Çanakkale’ye gelirseniz, önce mutlaka antik kenti gezin, sonrasında da Çanakkale sahilinde bir yürüyüşe çıkın. Boğaz’ın manzarasına karşı bir restoranda oturup taze deniz ürünlerinden tatmak ise bu yolculuğu hem tarihi hem de gastronomik bir keşfe dönüştürür, bizden söylemesi.

BONUS: Tarihi Yarımada- İstanbul

 

Eğer tüm bu saydıklarımız yine de size biraz uzak göründüyse, aslında İstanbul’un tam kalbinde de bir UNESCO Dünya Mirası Alanı bulunduğunu biliyor muydunuz?

 

İstanbul’un Tarihi Yarımada’sı, listeye giren ilk yerlerden bir tanesi, bu bakımdan da önemi büyük. Bizans’tan Osmanlı’ya uzanan köklü geçmişiyle bu bölge, şehrin çok katmanlı tarihini yaşatan eşsiz bir açık hava müzesi. Görkemli Ayasofya, tarihi dokusu ile Sultanahmet Meydanı, Süleymaniye Camii’nin zarafeti ve olanca ihtişamıyla Topkapı Sarayı, UNESCO tarafından koruma altına alınmış bu mirasın parçaları arasında yer alıyor.

 

Tarihi Yarımada bölgesi yalnızca yabancı turistler için değil, tüm İstanbullular için de geçmişleriyle bağ kurmanın en özel yollarından bir tanesi. Farklı kültürlerin izlerinin iç içe geçtiği bu bölgeyi ziyaret ederek, insanlık tarihinin en kıymetli hazinelerinden birine tanık olabilirsiniz.

Neden Ziyaret Etmeli?

 

UNESCO alanlarını gezmek aslında bir tür zaman yolculuğuna çıkmak demek. Bir taş duvarın önünde durduğunuzda, bundan yüzlerce yıl önce oradan geçen insanlarla aynı manzarayı paylaştığınızı bir düşünsenize… Sadece bu bile, bu yolculuğu sıradan bir geziden çok daha anlamlı kılmaya yeter de artar bile.

 

Üstelik UNESCO alanları yalnızca tarihten ibaret değil. Bu alanları gezerek kültürle, doğayla ve günlük yaşamla iç içe keşifler yapabiliyorsunuz. Selimiye’nin kubbesinin ihtişamı karşısında büyülenmek, Amasra’da Karadeniz’in o kendine has kokusunu içinize çekerek balığınızı yemek, Safranbolu’da eski bir konağın gölgesinde kahve içmek… Bunların hepsi, miras dediğimiz şeyin aslında hala yaşayan bir parçamız olduğunu göstermiyor mu?

 

İşte tam da bu yüzden UNESCO’nun koruma altına aldığı alanları ziyaret etmek, dünyaya başka bir gözle bakmak, geçmişle farklı bir bağ kurmak ve bugünümüzü daha iyi anlamak demek. Kısacası UNESCO miraslarını gezmek sadece “görmek” değil, hissetmek, öğrenmek ve hatırlamak demek.

Boğaz’da Gün Batımı İzlenecek En Güzel 10 Nokta
Boğaz’da Gün Batımı İzlenecek En Güzel 10 Nokta
İstanbul’dan Günübirlik Doğa Gezisi: En Popüler 20 Rota
İstanbul’dan Günübirlik Doğa Gezisi: En Popüler 20 Rota
İstanbul’un En İyi Sanat Galerileri ve Müzeleri
İstanbul’un En İyi Sanat Galerileri ve Müzeleri
Marmaris'in Büyüleyici Köyleri
Marmaris'in Büyüleyici Köyleri
Türkiye’nin En Güzel 10 Kış Şehri
Türkiye’nin En Güzel 10 Kış Şehri